Yazar adı: adm in

Mobbing’e maruz kalan kişilerin anlattıkları

Sesini Duyur Mobbing, iş hayatında kişilerin maruz kaldığı psikolojik şiddet, baskı ve tacizdir. Bu tür bir baskıya uğrayan bireyler, iş yerinde sürekli olarak haksız eleştirilere, dışlanmaya veya psikolojik manipülasyonlara maruz kalırlar. Mobbing, sadece bireyin iş performansını değil, psikolojik ve fiziksel sağlığını da ciddi şekilde etkileyebilir. Mobbing mağdurları genellikle kendilerini yalnız, çaresiz ve yıpranmış hissederler. Aşağıda, mobbing’e maruz kalmış bireylerin kendi deneyimlerini paylaşabilecekleri bir alan bulunmaktadır. Bu platformda, yaşadığınız olayları ve karşılaştığınız zorlukları paylaşarak, diğer mağdurlara cesaret ve destek olabilirsiniz.   Amacımız sesinizi duyurmak ve size destek olmak.. Önemli uyarı: Kurum veya kişilerin adlarını yazabilirsiniz ancak, kurumları veya kişileri zedeleyecek, hukuksal problemler doğuracak yorumlara onay verilmeyecektir. Yorumlarınızda kurumlara yada kişilere isim vermeden yer verebilirsiniz. Yorum yazarken dilerseniz isim soy isim yerine harf kullanabilirsiniz ..(Ali Yılmaz yerine Ali Y. yada  A.Y. gibi) İletişim için tıklayın Üye olmak için Tıklayın

Aile Sağlığı Hizmetlerini Güçlendirme Çalıştayındaydık

Genel Başkanımız Genç Sağlık Sendikası ve Kamuda Birlik Konfederasyonu Genel Başkanı Osman KAYA Beyefendiye kitap ve bülten takdim etti. KAMUSAM tarafından düzenlenen ve Genç Sağlık Sendikası ev sahipliğinde, Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Koordinatörü Dr. Fatih Seyran Bey tarafından davet edildiğimiz Aile Sağlığı Hizmetlerini Güçlendirme Çalıştayını 29 Eylül 2024 pazar günü Anadolu Hotel Ankara’da gerçekleştirdik. Başarılı geçen çalıştay anısına genel başkan Sn. Osman Kaya Beyefendiye “Tüm Yönleriyle Mobbing ve Siber Mobbing” Kitabım ile Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği “MEYAD BÜLTEN’i” takdim ettim. Mobbing konusunda özel duyarlılıkları nedeniyle çok memnun oldum. Göreve gelir gelmez güzel işler yapan sevgili Dr. Fatih Seyran Beyefendi’yi özellikle tebrik ve takdir ediyorum. İnsan ve ülkeye dair nice faydalı işlerde buluşmak dileğiyle. 29 Eylül 2024 tarihinde gerçekleştirilen “Aile Sağlığı Hizmetlerini Güçlendirme Çalıştayı”, sağlık hizmetlerinin daha etkin ve verimli bir şekilde sunulabilmesi amacıyla düzenlendi. KAMUSAM’ın organize ettiği, Genç Sağlık Sendikası’nın ev sahipliği yaptığı bu önemli etkinlik, Türkiye’nin sağlık sektöründeki mevcut sorunları ve gelecekteki fırsatları ele almayı amaçlayan bir platform sundu. Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Koordinatörü Dr. Fatih Seyran’ın davetiyle katılım sağlanan bu çalıştay, sağlık çalışanlarının ihtiyaçlarını ve aile sağlığı hizmetlerinin güçlendirilmesini hedefleyen bir dizi önemli tartışmaya sahne oldu. Çalıştayın açılışında, sağlık hizmetlerinin kalitesini artırmak ve toplumsal sağlık ihtiyaçlarına daha iyi cevap verebilmek için aile sağlığı merkezlerinin (ASM) nasıl daha etkin hale getirilebileceği konuşuldu. Katılımcılar arasında çeşitli sağlık profesyonelleri, sendika temsilcileri ve akademisyenler yer aldı. Her biri, aile sağlığı hizmetlerinde yaşanan zorlukları ve bu zorlukların üstesinden gelinmesi için atılabilecek adımları farklı perspektiflerden ele aldı. Özellikle, sağlık çalışanlarının iş yükü, iş koşulları ve mobbing konuları detaylı bir şekilde incelendi. Genel Başkan Sayın Osman Kaya, çalıştay boyunca yaptığı katkılarla dikkat çekti. Bu katkılar anısına, kendisine “Tüm Yönleriyle Mobbing ve Siber Mobbing” kitabı ve Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği’nin “MEYAD BÜLTEN’i” takdim edildi. Bu jest, mobbing konusuna olan özel duyarlılıkları nedeniyle büyük bir memnuniyetle karşılandı. Türkiye’de işyerinde mobbing ve psikolojik taciz konularına olan farkındalık her geçen gün artmakta ve bu bağlamda yapılan çalışmaların önemi vurgulanmaktadır. Sağlık sektöründe çalışanların maruz kaldığı mobbing vakalarının azaltılması için yapılacak düzenlemeler, hem çalışan refahını artıracak hem de hizmet kalitesine olumlu yönde katkı sağlayacaktır. Çalıştayın en önemli çıktılarından biri, aile sağlığı hizmetlerinin güçlendirilmesinin sadece fiziki altyapının iyileştirilmesiyle değil, aynı zamanda çalışanların haklarının korunması ve desteklenmesiyle mümkün olacağı görüşüydü. Bu bağlamda, işyerinde mobbingin önlenmesi, sağlık çalışanlarının motivasyonunun artırılması ve iş barışının sağlanması için gerekli politikaların hayata geçirilmesi gerektiği vurgulandı. Dr. Fatih Seyran, çalıştayın sonunda yaptığı konuşmada, sağlık çalışanlarının iş yaşamında karşılaştıkları sorunların çözümüne dair önerilerini sundu. Göreve başladığı günden itibaren gerçekleştirdiği projelerle dikkat çeken Seyran, sağlık çalışanlarının daha güvenli ve sağlıklı bir çalışma ortamına kavuşmaları için gösterdiği çabalarla takdir topladı. Çalıştay, hem sağlık profesyonelleri hem de sendikalar için verimli bir fikir alışverişi ve çözüm önerileri sunan bir platform oldu. Aile sağlığı hizmetlerinin güçlendirilmesi, toplumun genel sağlık düzeyini artırmak açısından kritik bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, sağlık çalışanlarının işyerinde karşılaştıkları sorunların çözülmesi, mobbing gibi olumsuzlukların önlenmesi ve sağlık merkezlerinin etkinliğinin artırılması konularında atılacak adımlar, toplum sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır. Çalıştayın bu konuda sunduğu öneriler, Türkiye’nin sağlık politikalarına yön verecek nitelikte olup, gelecekte daha kapsayıcı ve etkin sağlık hizmetleri için bir temel oluşturacaktır. Bu etkinlikte dile getirilen öneriler ve tartışmalar, sağlık sektöründe çalışanların iş koşullarının iyileştirilmesi yönünde önemli adımlar atılacağını göstermektedir. Özellikle mobbing ve işyeri huzuru konularında yapılan vurgu, gelecekte bu alandaki yasal düzenlemelerin önemini daha da artıracaktır. Bu çalıştay vesilesiyle bir araya gelen sağlık profesyonelleri ve uzmanlar, aile sağlığı hizmetlerinin güçlendirilmesi konusunda işbirliğinin önemine dikkat çekmiş ve bu işbirliğinin sürekli hale getirilmesi gerektiğini vurgulamıştır.   #meyad #kitap #mobbing #i̇smailakgün #gençsağlıksendikası #ankara #çalıştay #ailesağlığı #ailehekimi

Lider Yönetici Olabilmek

Liderlik, “belirli bir durum ve şartlar altında amaca ulaşmak için başkalarının davranış ve eylemlerini etkileme sanatıdır. Yani bir şeyi başkalarına benimsetmek suretiyle yaptırabilme gücüne sahip olan kişi” olarak tanımlanmaktadır (Kırel, A.Ç, Kayaoğlu A, Gökdağ, R., Sosyal Psikoloji –II, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, Eylül 2011). Yönetici ise, “üretim veya hizmet gerçekleştirmek için faaliyet yürüten şirketlerin ya da kurumların, üretim faktörlerini bir araya getirmek ve işi koordine etmek ile görevlendirdiği kişi” şeklinde açıklanmaktadır (https://www.kariyer.net/pozisyonlar/yonetici+yonetmen/nedir). Güvenilir, esnek, yeniliklere açık, zeki, çözüm odaklılık, katılımcılığa inanmak liderin başlıca özellikleri arasındadır. Lider, grubu etkileyen ve arkasından sürükleyen kişidir. Yönetici, karar verme ve yetkiyi kullanma gücüne sahip olan kişidir. Lider motive edici ve ilham vericidir. Yetkilerini astlarına dağıtır. Mark Twain: “akıllı adam, aklını kullanır. Daha akıllı adam, başkalarının aklını da kullanır.” Lider, ortak akla (yönetişime) önem verir ve hayata geçirir. Yönlendirici, değişime açık ve mücadele ruhu aşılar. Takım çalışmasına önem verir. İletişimi önemser ve etkili olarak kullanır. Fark oluşturur, insan odaklıdır, geliştiricidir, vizyon sahibidir ve güven uyandırır. Bir başka açıdan liderlik değerlendirildiğinde, genellikle suça itilmiş çocuk ve gençler, lidersiz ailelerde ortaya çıkmaktadır. Ordular, iyi bir lidere sahip değilse başarısız olmaktadır. Okullardaki başarısızlık, yöneticinin lider olamaması nedeniyle neslin hebası ile kendini gösterebilmektedir.  Siyasi parti veya işletmeler, iyi liderlere sahip değilse başarılı olamazlar. Kimine göre liderlik doğuştan olsa da aslında liderlik; eğitim ile donatılan, geliştirilen bir sanat ve hatta sonu olmayan bir ilimdir, bilgeliktir. Eflatun, “…devletleri akılla yönetebilmek için hiçbir zaman böyle bir bilgiye tamamıyla sahip olamayacaktır” diyerek kanımca ekip çalışması ya da kolektif akla vurgu yapmaktadır. Liderlik ve yöneticiliğin aynı şeyler olmadığını özellikle belirtmemiz gerekmektedir. Yönetici “ben”, lider “biz” merkezlidir. Yönetici makamdan güç alır, lider makama değer katarak çalışanlar için kabul edilebilir sınırlar dâhilinde kendi kararlarını almaları için onları yetkinleştirir, insiyatif aldırarak cesaretlendirir. Gücünü ise çalışanları sosyal olarak etkilemesinden alır. Yönetici emrederek yaptırır, lider yönetişim (ortak/kollektif akıl) ile yapalım der. Yönetici korkutma-cezalandırma odaklıdır, lider olumlu güdüleme odaklıdır. Yönetici eksik, yanlış, hata odaklıdır, lider iyi taraflarını öne çıkararak eksiklerini kırmadan düzeltme odaklıdır.  Lider için örneğin, “ben ve çalışan tüm arkadaşlarımız sizi çok önemsiyoruz. Bu okul/kurum/işletme için çok değerlisiniz. Birlikte çalışarak başarıyoruz. Hep birlikte biraz daha gayret etmemiz halinde daha güzel işler yapabiliriz. Size inanıyorum ve güveniyorum. Her sorunda, her zaman yanınızda olduğumu bilmenizi isterim.” Şeklinde bir konuşma ile sorun odaklı değil, bilakis olumlu güdüleme yöntemi ile başarı elde etme ve gönül kazanma odaklıdır. Tarih boyunca ceza; korkutmak, incitmek, sindirmek ve üzmek amacıyla kullanılmıştır. Islah edici bir yöntem olarak benimsenen cezalandırma yönteminin fazlaca olumlu örneği yoktur. Bu nedenle ödüllendirmeyi, motive edici özelliği nedeniyle tercih etmek akıllıcadır. Kuşkusuz kast edilen, cezanın tamamen kaldırılması değildir. Oransal olarak %95 ödül, %5 ise ceza şeklinde açıklanabilir. Ceza eksenli olmak yerine ödül eksenli yaklaşım ile çalışanın motive edilmesi daha doğru ve sonuç alıcı olacaktır. Lider mutlu ise birlikte çalıştıkları da mutlu olabilmektedir. Çünkü mutluluk bulaşıcıdır. Yale Yöneticilik Okulu’nda Sigal Barsade’nin yönettiği 1999 tarihindeki araştırmaya göre sinirlilik, karamsarlık ve özellikle depresyon durumu diğer insanları daha az etkilemektedir (Çığır Açıcı Liderlik). 1952 ABD doğumlu, önemli firmalarda üst düzey yönetici (CEO) olarak görev yapmış, kendi firmasını kurarak önemli bir iş adamı olmuş ve birikimlerini de yazar olarak kitaplara aktarmış David Charles Novak, iş yaşamı ile ilgili; “insana değer verme, görüşlerine değer verme,  dikkatlice dinleme ve takdir etme” kavramalarını ısrarla ve önemle kullanır. İnsan odaklı olunması halinde verimlilik ve kalitenin elde edilebileceğini söyler. Konfüçyüs, makam sahipleri için, “Yüksek bir makama sahip olmadığından dolayı telaşlanma, asıl o mevkiye layık olup olmayacağından dolayı endişe et” diyerek makamın hakkını verecek liyakate işaret etmiştir. Lider yöneticilerin liyakat, ehliyet, emanet, cesaret ve adalet bilincine sahip olmaları, başarı için bir zorunluluktur. Bu nedenle ülke menfaati için yönetici seçimi özenli olmalıdır. Zira, “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor….(Nisa 58). Özenle seçilen adayların da mutlak surette iyi hazırlanmış bir eğitimden geçirilmesi gerekir. Eğitimlere, yeni göreve başlayacak şef, şube müdürü, il müdür yardımcısı, il müdürü, daire başkanı ve üstü olan herkes, eğitimlere zorunlu olarak katılmalı ve 5 yılda bir tekrar etmelidir. Eğitimlerde; mevzuat bilgisi, insan ilişkileri ve yönetim, iletişim, protokol kuralları, yönetişim (ortak akıl/meşveret), zaman yönetimi, öfke kontrolü, kriz-kaos yönetimi, mizah yeteneği, duygudaşlık (empati), emanet ve kul hakkı, teknoloji bilgisi, mobbing (yıldırma) ve etik değerler ile mesleklerin ihtiyaç duyduğu özel konular yer almalıdır. Kadim bir medeniyete sahip olan ülkemiz, daha ileri gitmek ve güçlenmek için eğitim yoluyla “lider yönetici” yetiştirmek zorundadır. Aksi takdirde sayısız yıldırma (mobbing) olgularıyla insanımız telef olmaya devam edecek ve insafsız bu dünyada, hak ettiği yere de ulaşma sorunu yaşayacaktır. Bu nedenle her yönetici, “lider yönetici” olarak yetiştirilmelidir. Uyum sağlayamayanlar “insanı israf etmeden” zamanla başka görevlerde değerlendirilmelidir. Ülke ve insan odaklı lider yöneticilerin yetiştirilmesi, atanması ve çoğalması temennisiyle (Kaynak: Akgün, İsmail, (2021),Tüm Yönleriyle Mobbing ve Siber Mobbing, (Liderlik S.347-381), Gülnar Yayınları, Ankara). İsmail Akgün Eğitimci-Yazar, MEYAD Genel Başkanı www.mobbingdernegi.org.tr [email protected]

MAKALE ÇAĞRISI

Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneğimiz (MEYAD) tarafından “MEYAD AKADEMİ” ismiyle yılda üç sayı yayınlanan hakemli bir dergi çıkarılmaktadır. “MEYAD AKADEMİ” sayesinde çalışma hayatında işyeri ortamlarını güvenli, huzurlu ve çağdaş standartlara kavuşturacak bilimsel temelli akılcı çözümlerin ve işgücü politikalarının üretilmesini hedeflemekteyiz. Özellikle mobbing başta olmak üzere MEYAD AKADEMİ’de yayınlanmasını istediğiniz çalışma hayatı ile ilgili her türlü makalenizi en geç 20 Ağustos 2024 tarihine kadar https://dergipark.org.tr/tr/pub/meyadakademi sayfasından iletebilirsiniz.

Karadeniz

Tokat, dost diyarı ve tarihiyle yaşanılacak güzel şehirlerden biri. Merkezde bulunan Taşhan, diğer tarihi yerlere ve yazmacılar çarşısına yakın olması nedeniyle herkesin buluşma ve uğrak noktası. İklimi ise Karadeniz ikliminin geçiş özelliğini taşıyor. Tokat’tan Ordu’ya gitmek üzere yola çıkıyoruz. Niksar’ı aşınca Karadeniz’in kıyı kesimleri, tüm güzellikleriyle ve endamıyla buyur ediyor. Yol kenarındaki derin vadilerin örtündükleri doyumsuz ağaçların güzelliğini seyretmek üzere durup buyura iştirak ediyoruz. Etrafı saran muhteşem bir koku bizi kendisine çekiyor. Yöre insanı olan Hüseyin ve eşi Güler İçöz hocalarım, kokunun merkezini keşfediyor ve kurutup yemeklerde kullanmak üzere toplamaya başlıyorlar. Bu nefis kokan bitkinin kayalıklar arasında kendiliğinden yeşeren dağ kekiği olduğunu öğreniyoruz. Tam bir şifa deposu. Yanı başında yabani böğürtlenler, bakir bir şekilde bizi bekliyor! Toplamaya koyuluyoruz. Biraz yiyor, biraz da reçel yapmak üzere poşete koyuyoruz. Mola bitiyor ve yola devam ediyoruz. Dik yokuşlar ve sert virajlardan sonra Ordu’nun Ünye ve Fatsa ilçelerinden geçerek tünelden Perşembe ilçesine varıyoruz. Perşembe, deniz kenarında, sırtını dağlara yaslamış küçük ve şirin bir ilçe. İnsanları sıcakkanlı. İlçe, yaz mevsimi nedeniyle ülkemizin farklı yerlerinde yaşayan ve yurt dışındaki gurbetçilerin hem sıla özlemini gidermek hem de varsa bahçelerindeki fındığı da toplamak üzere gelmeleriyle birlikte hareketlenmiş. Sahili ve küçük te olsa bir limanı var. Fatsa ve Ordu’ya çok yakın. Şehirlerarası ve uluslararası Ordu-Giresun havaalanının da yakın olması, ulaşımı kolaylaştırmaktadır. Gideceğimiz yer için gerekli ihtiyaçları temin edip çay molasından sonra virajlı yollardan ve dağı tırmanarak Anaç Köyü’nde İçözler apartmanına varıyoruz. Anaç Köyü, dağlık, derin vadileri olan, gözün gördüğü hemen her tarafın irili ufaklı parseller şeklinde bölünmüş fındık bahçeleri ile kaplı bir yer. Evler, tek tek ve mahalle şeklinde dağınık halde bulunuyor. Köy merkezi daha toplu. Bakkal, kahvehane ve caminin olması köyü cazibe merkezi yapmış. Cami, Cuma namazı nedeniyle köyün haftalık buluşma yeri. Çocuk ve genç neredeyse yok denecek kadar az. Köyde yaşayanlar mevsimsel olarak gelen, çocuklukları burada geçmiş ancak emekli olmuş ve yaşları 50-60’dan yukarı, güngörmüş sıcak insanlardan oluşuyor. Bahçe işleri, genellikle mevsimlik ve dışardan gelen işçiler eliyle yürütülüyor. Nadiren yaz-kış burada yaşayanlar da varmış. Kaldığımız evin balkonundan derin vadiyi ve fındık bahçelerini seyrediyor, dereden akan suyun şarıltısı eşliğinde muhteşem demlenmiş akşam çayımızı yudumluyoruz. Evlerde az yüksek sesle yapılan konuşmaların yankısı ile ilerleyen saatlerde çakalların birbirleriyle konuşma seslerini, adeta yanı başımızdaymış gibi duyuyoruz. Alışık olmadığımız çakalların sesine önce biraz ürksek te alışıyoruz ve yorulduğumuzdan derin uykuya dalıyoruz. Anaç Köyü’nde oksijen bol. Bu nedenle sabah 05.30’da uykumu almış bir şekilde uyanıyorum. Hem spor, hem doğa, hem de çevre incelemesi için elime olası tehlikelere karşı güvence olması amacıyla da bir sopa alarak yola çıkıyorum. Tabiatın içindeki bu yürüyüş deneyimi, benim için farklı ve özel. Yürüyüş yolundaki muhteşem güzellikler eşliğinde, vadinin deniz ile buluştuğu noktada güneş yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyor. Kıvrımlı yollardan güneşi daha iyi görecek konumu keşfederek yerimi alıyorum. Güneşin denizden doğarcasına değişik renklerle yükselirken ki manzarasını seyretmek, inanılmaz keyif veriyor. Doğa, bağrında barındırdığı güzellikleri tüm cömertliğiyle bana sunuyor. Ben de sizlerle paylaşmak üzere fotoğrafla kayıt altına almayı ihmal etmiyorum. Yol güzergâhımda, gözümün görebildiği yeşilin tüm tonlarını seyrediyorum. Envai tür kuş ve böcek sesleri doğaya muhteşem bir ahenk katıyor. Dağ kekiği ve adını bilmediğim bitkilerin kokusunu alarak ilerliyor ve bu güzelliklerin keyfini çıkarıyorum. Keyfini çıkarmakla kalmıyor, yaşıyorum. Doğa, tatlı bir şekilde birbirleriyle ve benimle sohbet ediyor. Adeta bir senfoni orkestrası gibi ahenkli ve mest edici melodilerle. Kâh kuş cıvıltısı, kâh şarıl şarıl akan su sesleri. Bir yandan da bitkilerin hafif esen rüzgâr nedeniyle yaptıkları dans sonucu çıkan sürtünme hışırtıları ve deniz üzerinden doğarak yükselen güneşi seyrediyorum. Serotonin hormonu salgılaması ile doyumsuz bir haz alıyorum. Sağlı sollu, dere-bayır, dağ-tepe her taraf fındık bahçesi. Olgunlaşıp toplanma vakti gelen fındıklar, yer yer kendiliğinden yere düşüyor. Bu zor coğrafyanın dik ve engebeli yamaçlarında yetişen fındıkların bakımı gibi toplanması da büyük meşakkat. Fındık bahçesinin otlarını temizlemek, ağaçları sallayıp olgunlaşan fındıkları yere düşürerek zor bulunan işçilerle toplamak, kuruması için boş yer bulup sermek, kuruduktan sonra toplayıp çuvallara koymak ve tüccara ya da devlete ait Fiskobirlik’e satmak, çok zahmetli. Belki de onu lezzetli yapan bunca zorluklarla harcanan emektir. Kim bilir? Kendimden geçercesine yürümeye devam ediyorum. Güzergâhımda çoğunlukla betonarme evler olmakla birlikte yer yer “serenti/serander” denilen eski ama bakımsız evler görüyorum. Sonradan bu evlerin daha çok depo olarak kullanıldığı bilgisine ulaşıyorum. Bu saatte tabiat olabildiğince uyanık ve zinde iken insanlar ise derin uykuda! Uyanmış birilerini gördüğümde selam veriyorum. Herkes birbirini tanıyor ama “seni tanıyamadım” diyerek tanışma ve bu vesilesiyle sohbet etme istekleri beni memnun ediyor. Arayıp bulamadığım bir durum. Zira insanlarla tanışmak, yöre hakkında birinci ağızdan bilgi edinmek, kültürel ufkumu zenginleştiriyor. Sohbeti tadında bırakarak devam ediyorum. Çevresindeki evlere göre daha özenle yapıldığı belli olan gösterişli bir evin bahçesinden muhtemelen akşamdan açık unutulan radyo, orta seste güzel türküler söylüyor. Tabiat ile birlikte bu müzikten faydalanıyoruz. Gerçi ruhum doğal melodilerle mest olmuş durumda ama müzik, ruhun gıdası olduğundan hoşuma gidiyor. İlerde yol daraldığından dönüşe geçiyor ve yürüyüşümü tamamlamaya karar veriyorum. Ancak, diğer günlerin şafağında tekrar ediyorum. Çünkü her gün farklı renkleri ve güzellikleri keşfettiğimden, farklı yemekleri bıkmadan yemek gibi doyumsuz lezzet alıyorum. Anadolu, Cennet’ten bir parça ve tam bir mozaik. Bu hali, ülkemize zenginlik te katıyor. Bunu güzelleştiren, ayrıştırma yönü değil, bilakis birleştirme ve bütünleştirme tarafıdır. Siyasi görüş, etnik köken, mezhep gibi farklılıkları ayrımcılığa dönüştürmek, kanaatimce bu ülkeye yapılan en büyük kötülüklerden biridir. Bu durum; gereksiz, faydasız ve hatta insanlar arasındaki derin muhabbeti ve ilişkileri zedelemektedir. Zira insanlar kaliteli yaşamak için toplu yaşamaya devam etmek ve iletişimlerini de güçlü bir şekilde sürdürmek zorundadır. Ülkede yapılacak bunca iş ve görülmeye değer güzellikler var iken faydasız işlere vakit harcamak, israf değil midir? Ülkemizin her tarafının kendine has renkleri, örfü, kültürü ve güzellikleri var. Kimi yerde kavurucu güneşin ürünlere verdiği lezzeti, kimi yerde denizden gelen mavinin güzellikleri, kimi yerde de yeşilin tonları ve nemin bereketi ile yetişen bitkiler, yaşamaya değer kılmaktadır. Eldekilerin kıymetini bilebilmek dileğiyle. NOT: Vefat eden Türkiye Yazarlar Birliği onursal başkanımız D. Mehmet Doğan’a Allah’tan rahmet, sevenlerine baş sağlığı dilerim. İsmail Akgün Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği Genel Başkanı www.mobbingdernegi.org.tr [email protected]

Nedir Bu Sinsi Zulüm: Mobbing ?

Psikolojik yıldırma ya da İngilizce terimi olarak “Mobbing” Mob kelime kökünden gelmektedir. “Mob” ise yasal olmayan bir biçimde şiddet uygulayan “çete” anlamına da gelmektedir. Bir davranış ya da bir eylem olarak mobbing kelimesi kuşatma, saldırı, yıldırma, bazen topluca saldırma, rahatsız ve huzursuz etme, psikolojik şiddet ve sıkıntı vermek anlamına da gelmektedir. Dergimizin bu sayısında birinci bölümünü anlatacağım Mobbing konusu aslında oldukça geniş bir kavram olmakla birlikte, fazlasıyla sinsice ve gizlice de yapıldığı için hasarı büyük bir şiddet/saldırı türüdür. TDK ve Yargıtay’ın bazı kararlarında mobbing yerine “bezdiri” ifadesi kullanılmaktadır. Hadi gelin hep birlikte ilk kez ne zaman yasal zemin kazanmış bu sinsi Mobbing bir bakalım…1984 yılında İsveç’te ilk defa Mobbing kavramı “İş Hayatında Güvenlik ve Sağlık” konulu bir raporun içeriğinde Çalışma Psikoloğu Dr. Heinz Leymann tarafından ortaya atılmıştır. Mobbing olabilmesi için bir ya da birden çok kişinin çoğunlukla tek bir bireye karşı sistematik (bakın burası önemli, sistematik ve düzenli olacak) bir şekilde düşmanca ya da ahlaki olmayan sözlü saldırı içeriği olan davranışları ve eylemleri içermesi gerekmektedir. Yapılan bu sistematik psikolojik saldırı sıklıkla tekrarlanmalı (en az haftada bir ya da bazen daha sık ya da düzenli aralıklarla). Yine en az 6 ay gibi bir belirli süreçte devam etmeli… Mobbing mağduru bireyde savunmasızlık, çaresizlik ve özgüvensizlik duygusunu çok yoğun ölçüde tetiklemektedir bu. Gelelim yasal zemine ne zaman kazandığına bu sinsi Mobbingin: İsveç’te 1993 yılında ‘İşyerinde Kişilerin Mağdur Edilmesi’ adlı kanunla da ilk kez yasal nitelik kazanmıştır. Dünyada durum böyle iken, Türkiye’de Mobbing 2000’li yılların başında bilimsel olarak araştırılmıştır. Ülkemizde ilk defa Psikiyatr Prof. Nevzat Tarhan, 2003 yılında yayınladığı “Psikolojik Savaş – Gri Propaganda” adlı kitabında mobbing konusuna değinmiştir. 2006 yılında ise Çalışma Psikoloğu Prof. Pınar Tınaz’ın “İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing)” adlı kitabı yayınlanmıştır. Bu mevzu, 2011 yılında Türkiye’de “İşyerinde Psikolojik Tacizin Önlenmesi” Genelgesi ile hukuki sürece taşınmıştır.  Sosyoloji, psikoloji ve hukuk bilimi gibi farklı disiplinlerin odağına böyle giren iş yerinde olan ve çoğu zaman da görmezden gelinen, halının altına süpürülen Mobbing böyle bir yasal zemine geçmiştir ülkemizde. Türk Hukukunda yeri olan bu Mobbingin Ne gibi unsurları var, Aşamaları neler, Kimler uygular, Kimler mağdur gibi soruları aklınıza geldiğini duyar gibiyim…   Hadi devam edelim o zaman: Mobbing unsurları nedir? Mobbing iş yerinde gerçekleşmelidir. “Dikey Mobbing” yani üstler tarafından uygulanabileceği gibi, “Yatay Mobbing” eş konumdaki çalışanlar arasında uygulanabilir ya da “Dolaylı Mobbing” astlar tarafından üstlerine de gerçekleşebilir. Hedef alınan kişi diğer bir ifade ile mağduru pasifize etme, yıldırma, güçsüz düşürme, işten uzaklaştırma ve çalışmaz hale getirme amacında olur genellikle. Mağdurun kişiliğinde, kişilik itibarı ve onurunda, mesleki durumunda veya sağlığında zarar ortaya çıkmalıdır. Kişiye yönelik olumsuz tutum ve davranışlar gizli veya açık olabilir. Burada şunu ifade etmek istiyorum ki gizli, şaka yollu ve alt metinler içeren en tehlikeli ve zarar verici halidir. Çünkü tespiti kolay olmayabilir. Nasıl bir ortamda mobbing zemin bulur derseniz? Hiyerarşik yapı, iletişim zayıflığı, suçlu arama, gücün kötüye kullanımı, adam kayırma, kişiye göre muamele olması, adil ve kuralların olmadığı ortam, takım çalışması azlığı, ilgi ve ihtiyaçların ihmal edilmesi, bencil kişilikler, kapalı kapı politikası, çatışma çözme yetersizliği, güvensizlik, sürekli eğitime önem vermeme, kıskançlık, empati eksikliği, bireysel başarısızlıklar, yetersizliklerini başkalarını çekiştirerek giderme ve bu durumun dedikodu denilen ve genellikle yanlı ve amaçlı yorumları içeren yanlış iletişim tarzı, etik değerlerin azalması, örgüt liderlerinin duygusal zekâdan yoksunluğu bu nedenler arasında bu zeminler sayılabilir. Mobbingin en fazla olduğu durumlar, aşırı iş yükünden kaynaklanan bunalım, çalışma ortamının demokratik olmayan niteliği ya da yapısı (kaos, belirsizlik) var olan liderlik biçimi, özellikle çoğul roller ile ortaya çıkan rol belirsizliği ve rol çatışması ile bağlantılı olduğuna dikkat çekilmiştir. Böyle bakıldığında Mobbingin sınıfsal bir özelliği olduğu gibi ırksal, etnik ve cinsiyete dayalı eşitsizlikleri içeren de bir süreç olduğu düşünülmelidir. Peki ya Mobbingin aşamaları var mı? Olmaz mı.. Tabi tüm mobbing mağdurlarında bu şekildedir demek çok doğru olmasa da genel olarak aşamalarının var olduğu söylenebilir: Türkiye’de 2013 yılında Mobbing Ölçeği ve Geçerlik Güvenlik Çalışmasını yapan iki önemli bilim insanın yayınladığı makalede bu aşamalara şu şekilde değinilmiştir: Kaynak: Ayşegül Laleoğlu ve Prof. Emine Özmete, 2013, Mobbing Ölçeği Geçerlik ve Güvenlik Çalışması. Kimler uygular (Mobbingci)? Özellikle bu alanda çalışan uzmanlara göre; genel olarak mobbing davranışlarını alışkanlık haline getirmiş olanlar aslında “bencil, kendini diğer insanlardan sürekli üstün gören bir tutum ve davranış sergiledikleri, korkak ve sinirli, daima güçlü olma isteği içinde olan, kötü niyetli ve hileli eylemlere başvurmaktan çekinmeyen, kendi yetersizliklerini hedef aldıkları kişinin kendince eksikleriyle ya da zor durumlarıyla eğlenerek yenmeye çalışan, ikiyüzlü, farklılıklara karşı aslında hoşgörülüymüş gibi ama hoşgörüsüz olan, aşırı denetleyici ve kıskanç kişilerdir”. “Bu kişilerin aynı zamanda tehdit altında iken yalnızca kendilerini düşündükleri, duygusal tepkiler sergileyen, bireyin sahip olduğu etnik dinsel vs. özelliklerini yıldırma için gerekçe sayan bir tutum sergiledikleri ifade edilmektedir.” Değerli okuyucular bunlar yapılan onlarca bilimsel araştırmanın sonucunda ortaya çıkan gerçekler ne yazık ki.. Kimler maruz kalır (Mobbing Mağduru)? Yine bu konuda yapılan çok sayıda araştırmaların sonucu; mağdur olanların da sıklıkla “zeki, yetenekli, adalet duygusu gelişmiş, çalışkan, işten kaçmayan, nitelikli, yaratıcı özellikler gösteren, farklı görüşlere alternatif yaklaşımlar geliştirebilen, girişken, kendilerini başkalarına beğendirme ihtiyacı içinde olmayan, başarılı ve başarıyı amaçlayan, son derece dürüst, güvenilir, işyerinde politik davranmayan, destekleyici iletişim tarzını kullanan kişiler” olduğunu göstermektedir. “İşlerini benimseyerek yapan, Meslek etiği ilke ve kurallarına uyan kişilerdir”. Bakın burası da çok çok önemli… Mobbingin Yarattığı Ruhsal ve Fiziksel Hasarlar Mobbing davranışı hem psikolojik hem de fiziksel rahatsızlıklara bir diğer ifadeyle sağlık sorunlara yol açmaktadır. Kritik tanımı mobbing, tetiklenmiş ve artmış ekstra sosyal stres kaynağıdır da denebilir. Mobbingin uygulama biçimi (açık açık mı, gizlice mi, şaka yollu mu, bireysel mi, topluca mı, toplum önünde mi yoksa yalnızken mi gibi), süresi, şiddeti vb. sebeplere bağlı olarak yarattığı ruhsal yaralar ve hasarlar değişkenlik göstermektedir. Ağlama krizleri, öfke, uyku sorunları, karamsarlık, sıkıntı, anksiyete belirtileri, özgüven kaybı, kendini güvende ve huzurlu hissetmeme, panik atak, travmaya bağlı akut stres bozukluğu ve depresyon gibi sorunlar görülebilmektedir. Özellikle ruhsal etkenlerin rol oynadığı psikosomatik hastalıklar (cilt hastalıkları, ağrı bozuklukları, konversiyon, hipertansiyon vs.) görülebilir. İş yerine, iş ortamına gidememe yani çalışmaz durumda olma, mobbingi hatırlatıcı en ufacık bir olay, kişi ya da durumda psikolojik olarak tetiklenme hali de yaşanabilmektedir. Eğer bu tür davranışların ağır şiddetli yaşanması durumunda mağdurun intiharına kadar sürükleyecek kadar acımasız bir yıldırmadır bu sinsi Mobbing… Devamını, bu konuda

Sessiz Çığlıklara Ses Olduk: Akdeniz Haber Gazetesi’nde Haber Olduk

Sessiz Çığlıklara Ses Olduk: Mobbing’e Karşı Farkındalık Yolculuğumuzda, Akdeniz Haber Gazetesi’nde Haber Olduk “Değerli Akdeniz Haber Gazetesi okurları ve çalışanları, ‘Mobbing İnsan Hakları İhlalidir’ başlıklı yazımıza gösterdiğiniz ilgi ve desteğe içtenlikle teşekkür ederim. Bu önemli konuyu gündeme taşıma fırsatı verdiğiniz için Akdeniz Haber Gazetesi’ne minnettarım. Mobbing, iş yerlerinde sessizce süregelen bir yaradır. İstatistikler, her 3 çalışandan en az bir kişinin kariyeri boyunca mobbinge maruz kaldığını gösteriyor. Bu yazı ile amacımız: Mobbing mağdurlarına ‘Yalnız değilsiniz‘ mesajı vermek İşverenleri ve çalışanları bu konuda bilinçlendirmek Mobbingle mücadele yöntemlerini paylaşmak Yasal haklar konusunda farkındalık oluşturmak Unutmayalım ki, sağlıklı bir iş ortamı herkesin hakkıdır. Mobbingle mücadele, hepimizin ortak sorumluluğudur. Konuya gösterdiğiniz hassasiyet için tekrar teşekkür eder, mobbing ile mücadelede el ele vermeye devam etmeyi dilerim. Saygılarımla İsmail AKGÜN Eğitimci-Yazar, Mobbing Uzmanı MEYAD Genel Başkanı [email protected]   Mobbing ile ilgili daha fazla bilgi ve destek için iletişim sayfamızdan adresinden bize ulaşabilirsiniz.” E-posta : [email protected]

Filozoflar Bizim İçin Ne Anlam İfade Ediyor?

Geçmişten günümüze kadar çok sayıda filozof/bilge yaşamış. Kimisini hiç duymadık. Kimisini de duyduk ama umursamadık. Oysa her biri insanlık için ne büyük eserler, sözler bırakmış. Yeter ki ders alalım, ibret alalım! Bu yazımda aktüaliteyle de ilgili olduğu için iki filozoftan yardım alarak mesajlarımı sizlere ulaştırmak istiyorum. Aslında her biri birer derya! Birisi Sokrates, MÖ 469- 399 yılları arasında yaşamış Antik Yunan filozofu ve Yunan felsefesinin de kurucularındandır (Vikipedia). Platon, Sokrates’in öğrencisi, Aristo’da Platon’un öğrencisidir. Diğeri ise İbn-i Haldun, 1332 yılında Tunus’ta doğmuş ve 1406 yılında (yaklaşık 700 yıl önce) Kahire’de vefat etmiş Müslüman bir deha/âlim/filozoftur. Sokrates, “at sineği” metaforuyla; eleştirel ve cesur tavırlarıyla toplumun sorunlarına kayıtsız kalmamış, haksızlığa karşı çıkmış, toplumdaki sorunlara işaret ederek çözüm yolları sunmuştur. Sokrates’in öğrencisi Eflatun/Platon tarafından kaleme alınan “Sokratesin Savunması” adlı eser ile günümüze ulaşan bilgilere göre, yargılanıp baldıran zehiri ile öldürülen Sokrates savunmasında; “Şayet beni öldürürseniz, kendisini kente adamış birisini… Bir at sineğinin dürterek uyandırmasına muhtaç, hantal ve miskin bir ata benzeyen bu devlete kendini adamış böyle bir kimseyi kolay kolay bulamazsınız. Tanrı bana öyle geliyor ki, beni bütün gün boyunca hiç pes etmeden yanınıza oturup sizleri uyandırabilecek, doğruları gösterebilecek ve gerektiğinde azarlayacak bir at sineği olarak tebelleş etmiş bu kente” sözleriyle aslında filozof-devlet ilişkisini anlatmaktadır (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2400997). Bir anlamda politik gücü elinde bulunduran devlet; atı, filozof ise onu rahatsız eden; at sineğini temsil etmektedir. İbn-i Haldun, çocukluk ve gençlik yıllarında birçok medresede eğitimler almış ve bilgilerini devlet adamlarına sunma fırsatı bulmuştur. Bu nedenle de önemli görevlere getirilmiştir. Birikimleri, yazdığı “Mukaddime” adlı eseriyle günümüze kadar taşınmıştır. Mukaddime, Felsefe, fıkıh, devlet yönetimi, vergi gibi önemli konuları içermektedir. Görüşleri gerçekçi ve günümüze bile hitap ettiğinden dolayı pek çok bilgeyi etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Siyasetçi ve iş insanı Besim TİBUK, 1981 yılında ABD Başkanı seçilen (1981-1989) Ronald Reagan’ın basın toplantısındaki konuşmasını şöyle aktarmaktadır, “Reagan, ABD’de ki vergileri %60’ın üzerinden %28’ler seviyesine indirmiştir. Örnek olarak da Müslüman filozof İbn-i Haldun’un eserini göstermektedir (https://m.youtube.com/watch?v=lBm_5vPKhCg). TİBUK, “İbn-i Haldun’un İsmini ilk kez Reagan’ın konuşmasından duymuştum” diye açıklamaktadır. İbn-i Haldun, devletin üretim değil, pazardaki ölçü ve tartıyı denetlemek, aşırı fiyat artışlarını önlemek ve ticari faaliyetlere müdahale yerine denetim ve alan açıcı politikalar izlenmesi gerektiğini, ayrıca devletin girişimciliği de desteklemesi gerektiğini savunmaktadır. Özetle devletin asli işinin “düzenleme, denetleme ve güvenlik” olduğunu belirtmektedir. İbn-i Haldun, “Vergileri, olabildiğince düşük tut ve tüm mükellefler arasında dürüst, adil ve hakkaniyetli bir şekilde dağıt ve genelleştir. Ne üst tabakadaki soylu veya büyük zenginlerden, ne de kendi görevlilerinden, saray adamlarından ya da onların izleyicilerinden olması nedeniyle hiç kimseyi bundan muaf tutma ve hiç kimseye zorla, ödeme kapasitesinin üstünde bir vergi yükü yükleme…” diye açıklamaktadır ((https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/ibn-i-haldun-devlet-ve-vergi/698297). Vergiler, devletin giderleri için çok önemlidir ve kamunun finansmanını sağlar. Aşırı vergi, üretim ve yatırım yapma isteğini azaltarak ekonomiyi krize sürükler! Azalan üretim ve yatırım, istihdamda daralmalara yol açar. Bu nedenle emek değersizleşir ve emeği ortaya koyan çalışana psikolojik baskı, diğer bir deyişle işyerinde yıldırma /mobbing uygulanır ve sonuç olarak çalışan değersizleşir. Çünkü “sen çıkarsan yerine çalışacak binlercesi var” sözleri havada uçuşur! Bu durum; çalışan, ailesi, toplum ve elbette ki zincirleme olarak devlet aygıtını çok olumsuz etkileyecektir. Hatta büyük kriz ve kaoslara bile yol açabilir! İbn-i Haldun, devletlerin kurulurken az vergi, yükseldikçe ve yaşlandıkça tersi olan çok vergi toplaması, vergilerin üretim ve yatırım yapılmaması nedeniyle bitmesine ve böylece yıkılmasına yol açacağını ifade etmektedir. Besim Tibuk, İbn-i Haldun’un bu konudaki çok önemli sözünü veciz bir şekilde, “Hangi İmparatorluk veya devlet çok vergi aldı, orasını batak gördüm. Hangi imparatorluk veya devlet az vergi aldı, orası gelişti. Çünkü insanlar orada daha şevkle çalıştılar ” diye aktarmaktadır. İbn-i Haldun’a göre, devletin olgunluk döneminde bolluk ve zenginlik oluşur. Bitmez sanılan bu zenginlik nedeniyle devletin lüks, gereksiz ve gösterişe dönük harcamalar yapmasına yol açar. Bu da vergi gelirlerinin kamunun giderlerini karşılayamaz hale gelmesine neden olur. Devlet yöneticilerinin gereksiz ve lüks harcamaları terk etmeyerek bunun yerine ağır vergiler talep etmesi, vergi verenleri üretmekten (parasını faize veya başka yerlere yatırarak) vazgeçirecektir. Bu nedenle istenilen vergi de toplanamayacak, oluşan açığı kapatmak için şahsi mülkiyet dahil (karbon vergisi! birikim vergisi!…) bireylerin birikimlerini gasp ederek haksız uygulamalara başvurabileceğini belirtmektedir. Ülkede güven, üretim ve ticaret bozulacak, yatırım durma noktasına gelerek toplumun çöküşü gerçekleşebilecektir. İbn-i Haldun, toplumun çöküş nedenleri şöyle özetlemektedir; 1. Dayanışmanın yok olması 2. Üretimin zayıflaması 3. Tüketim çılgınlığı 4. Vergilerin artması 5. Liyakatin dikkate alınmaması 6. Adaletsizliğin yaygınlaşması 7. Göçün hızlanması 8. Gurur ve kibir 9. Gösteriş 10. Riyakarlık (dalkavukluk) ( https://www.oktayozdemir.com.tr/blog/ibn-i-halduna-gore-bir-toplumun-cokus-alametleri/) Ben ve arkadaşlarım, yıllardır Sokrates’in “at sineği metaforunu” çalışma hayatının vebası diye tanımladığım “mobbing” konusunda uyguluyoruz. Yani çalışma hayatının sorunlarıyla ilgili toplumsal bilinç oluşturup devletin ilgili kurumlarına da çözüm önerilerimizi sunmaya çalışıyoruz! Ekonomi, vergi ve diğer alanlardaki uzmanlar, sorunların çözümü için toplumsal kriz ve kaosa yol açabilecek konularda “at sineği metaforunu” uyguluyorlar ya da uygulamalılar. MÖ 475 yılında doğmuş Heraklitos’a göre “bilgelik, ayrı düşmektir her şeyden” diyerek toplum menfaati için yanlışlara muhalif olmayı savunmaktadır. Toplumsal bozulma, “at sineği” görevi yerine tayin, terfi, makam, kadro, ihale gibi menfaatlerin elden gitmemesi ya da onlara erişebilmek için dört maymun, “görmedim, duymadım, bilmiyorum ya da gördüm ama bizden” sonucu oluşmaktadır! Vicdanlarını (!) bastırmak için de “…ne büyük emekler verdik. Bunlar da bizim hakkımız! ” derler! Bir de ideolojik saplantı var ki “bizimkiler yaptıysa bir bildikleri vardır!” sözleri ahlaki seviyemizin ağlanacak halde olduğunu göstermektedir. Mankurtlaştık. Üzgünüm. Düşünmek, sorgulamak çok zahmetli geliyor. Birileri düşünsün biz de slogan atalım! Küresel sistemin efendileri(!) ne emrederse sorgusuz yapalım! Yeter ki konfor alanımız yok olmasın! Esasen her istediklerini yaparsan, sen dahil herkesin konfor alanıyla birlikte her şeyi yok olacak!… Özel uçakla ve yatla yemek yemeye gidenler; “iklim, karbon, kıtlık, ineklerin gazı, yapay et, yeni pandemiler, sivrisinek, dünya nüfusu çok bu nedenle azaltılmalı…” diyorlar! On bin inek, bir özel jet kadar havayı kirletir mi? Akletmek ve sorgulamak gerekmez mi? Peş peşe buğday tarlaları yanıyor ve tahıl siloları patlıyor. Eş zamanlı birçok yerde orman yangınları ne hikmetse rüzgârlı havalarda başlıyor! Masmavi olan gökyüzü, uçaklarla spreyleniyor iddialarına “komplo teorisi” diye cevap verenler, farklı düşünenleri susturup yok saymak istiyorlar! Çünkü düşünen ve sorgulayan insanlar, asi görülüyor! Oysa komplocu diyenler akıldan uzak ve çelişkili açıklamalar yapıyor. Talimatla hareket edenler, araştırma ve inceleme zahmetini gereksiz görürler. Bu

Beyaz Yakalı Olmak

Aileler, gelecek kaygısı nedeniyle imkânlarını çocukları için seferber ediyor. Tüm dertleri, çocuklarına daha iyi bir gelecek hazırlamak. Bu nedenle yemiyor yediriyor, giymiyor giydiriyor velhasıl ne ihtiyacı varsa yokluk içinde de olsa karşılamaya çalışıyorlar. Bu kaynak ve emekler doğru yönde mi harcanıyor? Bunu sorgulamalıyız artık. Kıt kaynakları ülkenin tüm gençlerini sanat, zanaat ve iş hayatından kopartıp lise ve üniversitelerde okutarak mı harcamalıyız? Bence bu konuların etraflıca tartışılması gerekiyor. Çünkü ülkede neredeyse herkes beyaz yakalı olmayı ve rahat bir hayat sürmeyi hayal ediyor! Oysa ülkenin daha çok mavi yakalıya ihtiyacı var. Ataların, “sen ağa, ben ağa bu ineği kim sağa” diye muhteşem bir sözü var. Ülkemizdeki gençlerin önemli bir kısmı üniversite mezunu ama bu kadar üniversite mezununu beyaz yakalı yapabilecek istihdam alanı yok ve oluşturma imkânı da yok. Ülkemizde 2022-2023 eğitim-öğretim dönemi için orta öğretim öğrenci sayısı genel orta öğretimde 3.293.455 olup mesleki orta öğretimle birlikte bu sayı 6.789.681’i (https://yuzuncuyilgalerisi.eba.gov.tr/galeriler/gecmisten-gunumuze-sayilarla-egitim-1923-2023-50?sayfa=1) bulmaktadır. Devletin harcadığı ciddi paraların haricinde velilerin öğrenci başına en düşük yaklaşık harcaması, aylık 11 bin TL olmak üzere 4 yılda 528.000TL’yi bulmaktadır. Ülkemizde 208 üniversitenin (devlet, vakıf, özel) 3.367 fakülte ve yüksekokulunda 6.950.142 (https://yuzuncuyilgalerisi.eba.gov.tr) öğrenci bulunmaktadır. Devletin ciddi harcamaları haricinde velilerin her öğrenci için en düşük harcaması aylık 15.000TL olmak üzere 4 yılda 720.000TL’yi bulmaktadır. Her yıl 3.5 milyon öğrenci üniversite sınavına giriyor. Yerleşemeyenlerin maddi ve manevi maliyeti ile yerleşenlerin 4-6 yıl boyunca harcadıkları paralar ve fedakârlıklar ciddi boyutlardadır. Bir de bölümünü bitirdikten sonra kendilerini bekleyen işsizlik!… Bu döngü işsizler ordusunu oluşturuyor. Oysa ülkede mavi yakalı ve özellikle ara eleman ihtiyacı oldukça yüksek ve ücretleri de beyaz yakalıları geçmiş durumda! Ama üniversite bitiren hemen herkes beynini masa başı ve kravatlı çalışacağım diye kodladığından iş bulamıyor! Haklı olarak (!) o kadar okuyup emek ve masraf yaptıktan sonra mavi yakalı işçi olmak istemiyor. Okul okuduğu için istese de mesleki becerisi olmadığından kaçınılmaz olarak işsizlik girdabına giriyor. Bu nedenle mutsuz, ülkesine olan sevgisi azalmış ya da bitmiş durumda. Acı olan, özellikle dünyayı sömüren, katliamlar yapan, soykırımcılara destek olan; AB ve ABD’yi umut görmesidir! Ne yazık ki büyük bölümü hüsrana uğruyor! Çözüm Önerim: Orta öğretim zorunlu olmaktan çıkarılmalı ve gençler özellikle mesleki eğitime yönlendirilmelidir. Bununla ülkenin emek ve kaynakları gereksiz heba olmaktan kurtulacak ve gençler daha kolay iş bularak yarınlara daha umutla bakacaklar diye düşünüyorum. *** Ülkemizin nüfus artış hızı alarm veriyor! Nüfus artış hızımız, dünya ortalaması olan %2.1’in de altına düşerek %1.65 seviyesine düşmüştür. Bu oranlar nüfusumuzun hızla yaşlandığını, durağanlaştığını ve yakın gelecekte gerilemeye başlayacağını göstermektedir. Çözüm Önerim: İstihdam arttırılmalı, annelik meslek olarak tanınmalı, evlilik kolaylaştırılmalı, her çocuk için aileye önemli destek sağlanmalıdır (örneğin 1. çocuk için aylık 3.000TL, İkinci çocuk için çocuk başına 4.000TL, 3.çocuk için çocuk başına 5.000TL…). Kamu ve özel sektörde çalışan çocuklu anneler için en az 2 yıl ücretli izin, diğer zamanlar için de işi buna uygunsa uzaktan çalışma vb. yöntemlerle işi kolaylaştırılmalıdır. Ülkemizde genç istihdamın yeteri düzeyde olmaması ve EYT (emeklilikte yaşa takılanlar) gibi yöntemlerle genç yaşta artan emeklilik de alarm vermektedir. SGK verilerine göre her 1.63 çalışana bir emekli düşmektedir (https://www.trthaber.com/haber/ekonomi/turkiyede-1-emekliye-15-calisan-dusuyor-856966.html). Bu durum, sosyal güvenlik sistemini sürdürülebilir olmaktan çıkaracaktır. Oysa ideal olanın, her 5 çalışana 1 emekli düşmesidir ve sistemin sürdürülebilirliği bakımından gereklidir. *** Ülkemizde sayıları tartışmalı olan misafir ya da göçmenlerin, ülkemizin bugününden yarınına alarm düzeyinde tehlike içerdiği pek çok uzman tarafından dile getirilmektedir. Diğer bir yandan TÜİK verilerine göre (2022) ülkemizde kır nüfusu %17.3 iken orta kent %14.8 ve yoğun kent nüfusu %67.9’dur. Bu verilerle şunu anlıyoruz ki ülkemizde çiftçilik yapacak yaşlı, kadın, çocuk, hasta, engelli dahil %17.3 nüfusun varlığı yetersizlik nedeniyle ciddi bir sorundur. Bu boşluğu ve şehirlerdeki işçi ihtiyacı “ne iş olsa yaparım abi” demeleri nedeniyle göçmenlere kalmış durumdadır. Önlem alınmaması halinde demografik olarak göçmenlerin daha büyük sorunlara yol açacağı ancak geri gönderilmesi halinde de sanayi, çiftçilik, hayvancılık gibi pek çok alanda ciddi sorunlar çıkacağı değerlendirilmektedir. Tüm bu sorunlar göz önüne alındığında ülkemizde işsizlik sorunu olduğu ancak aranan kalifiye ya da ara eleman ihtiyacının karşılanamadığı anlaşılmaktadır. İşsizliğin yüksek olduğu her bölge ve ülkede kaçınılmaz olarak “mobbing olguları” ile toplumsal sorunlar tavan yapmaktadır. Ayrıca işsiz kalan gençler, mutsuz olmakla birlikte umudunu başka ülkelerde veya gayri meşru yollarda arıyor olması acilen önlen alınması gereken bir sorundur. Gençler, gittiği ülkelerde ikinci, üçüncü sınıf insan muamelesini görünce adeta rüyadan uyanmış oluyorlar. Yüksek ücret ve rahat bir yaşamı da bulamayınca hazin son yaşayabilmektedir. Liyakat, ehliyet ve adalet ilkeleri hâkim kılınarak bugünden yarına gerçekçi ve çözüm odaklı gelecek projeksiyonu oluşturmalıdır. Yakın gelecekteki ülkemizi bekleyen bölgesel ve küresel sorunların bertaraf edilebilmesi için rahatsız olan her kesimin sorunu ivedilikle çözüme kavuşturularak bütünlük sağlanmalıdır! Şair ve hekim Abdülhak Molla’nın bundan 150 yıl öncesinden adeta bugüne seslenen beytinde; “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh; hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh.” Günümüz Türkçesinde; “bütün devletlerin kurtuluş başarısını bu ibretlik sözde bulur; şayet barış istiyorsan savaşa hazır ol.” İsmail AKGÜN Eğitimci-Yazar Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği Genel Başkanı [email protected]

Türkiye Yüzyılında Kadın ve Annelik

Kadın, toplumun temel taşıdır. Toplumun seviyesi ile kadınların seviyesi büyük benzerlik gösterir. Çünkü nesli kadın doğurur ve onun elinde şekillenir. Bu yüzden kadın yücedir ve toplumun temel taşıdır. Binada temel taş ne ise toplum için de kadın o dur. Oynatırsak binayı da toplumu da yıkarız. Binalar da toplumda sarsılmaya devam ediyor! Ülkemizin nüfusu duraklama dönemine girdi. 2100 yılında bile şu anki 85 milyon nüfus seviyesinde olacağı öngörülüyor! Bu büyük felaket anlamına geliyor. Çünkü nüfus yaşlanıyor ve genç istihdam, yaşlı nüfusu yani emeklileri beslemek zorundadır. Bu gidişle sosyal güvenlik sisteminin uzak olmayan bir gelecekte çökeceğini söylemek müneccimlik sayılmaz! Ülkeyi her bakımdan güçlendirmek ve kalkındırmak istiyorsak, kadını merkeze alıp önce onu güçlendirmek zorundayız. Bu cümle ile gözü seveyim derken gözü çıkartalım anlaşılmamalıdır. Zira 6284 sayılı yasa ile kadın beyanı esas alınarak eşlerin evinden uzaklaştırılmaları trajiktir. Bu cümle ile feministler kadına şiddeti ya da cinayetleri savunduğumuzu anlıyorsa akıllarıyla zoru var demektir.  Kadını her türlü şiddetten hatta cinsiyet ayrımı yapmaksızın her türlü canlıyı şiddetten koruyalım ve şiddete sıfır tolerans diyelim. Şiddet uygulayan eşi önce rehabilite edelim. Düzelmiyorsa seri bir şekilde sürüncemeye bırakmadan eşleri ayıralım ve kadının önce can güvenliğini sağlamalı ve ekonomik olarak (ev hanımları) koruma altına alınmalıdır. Özel ve kamu sektörlerinde çalışan kadınların mutlak surette “ev hanımı dahil” istediği yere nakli yapılmalıdır. Şiddet uygulayan eşi de cezasız bırakmayalım. Kadını eğitelim ki onlar da erkekleri eğitsin. Kutsal olan annelik vasfını özel olarak teşvik edelim ama ekonomik, sosyal statü başta olmak üzere her türlü pozitif ayrımcılığı yapalım. Bu destek ve pozitif ayrımcılıklar öncelikle ve özellikle ev hanımlarından başlanmalıdır. Ekonomik yoksunluk nedeniyle anneler çocuklarından, çocuklar da annelerinden ayrı kalmamalıdır. Aile geçinmeye çalışırken başkasına baktırmak zorunda bırakılan çocuklar, bebeklik çağlarından itibaren içine kapanık veya hırçın yetişebilmektedir. Bu travma hayatı boyunca genellikle farklı şekillerde devam etmektedir ve bu durum sağlıklı toplumun önündeki en büyük engellerden biridir. 7 Mayıs 2024 tarihinde Memur-Sen ve Hak-İş Konfederasyonları işbirliğiyle Memur-Sen’in ev sahipliğinde “Türkiye Yüzyılında Kadın Emeği Panel ve Çalıştayı” düzenlendi. Öğleden önce, “Çalışma hayatında ve Sendikal Alanda Kadınların Tarihsel Yeri ve Değişen Rolleri”, “Kadın Çalışanların Özelinde Karşılaştırmalı Mevzuat Uygulamaları” ve “Kadınlara Yönelik Politikalar Bağlamında Uluslararası Uygulama Örnekleri” Panelleri düzenlendi. Yukarıda yazdıklarım, öğleden sonra yapılan çalıştayın genel tartışma konuları olup ortak görüşleri içermektedir. “Çalışma Hayatında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi, İş Barışının Sağlanması”, “İş, Aile ve Sosyal Yaşam Uyumu” ve “Mevzuat Uygulamaları, Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklarında güzel ve faydalı tartışmalar yapılmıştır. Kadın çok dertli. Haklı da. Özel sektörde ücret farklılıkları, hamilelik ve doğumdan dolayı maruz kaldıkları baskılar; fiziksel, psikolojik/mobbing, ekonomik ve yeni şekli ile dijital baskı yani siber mobbinge maruz kalıyorlar. Kimi zaman kariyerlerine de engel olunuyor. Bizler de çözüm önerilerimizi haykırıyoruz. Sesimizi duydukları zaman çözüme ulaşırız diye umut ediyoruz. Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği’nin (MEYAD) Mobbinge İlişkin Çözüm Önerileri 1-Yapısal Düzenlemeler Her türlü atama, liyakat ve ehliyet esas alınarak adalet ilkesi ile yapılmalıdır. Kamu ve özel sektörde iş tanımları açık ve net olmalıdır. Kamu ve özel sektörde yükselme ölçütü; net, objektif ve adil olmalıdır. Yöneticiler, uzmanlıklarının yanı sıra insan yönetimi konusunda özel ve kapsamlı eğitimden geçirilmeli, yönetim anlayışı yerine “YÖNETİŞİM” anlayışı benimsenmelidir. Yöneticiler, teftiş ve denetimin yanı sıra bağımsız ve tarafsız denetim kurumlarınca denetime tabi tutulmalıdırlar (Ombudsmanlık Kurumu, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu gibi). 2-Eğitim ve Rehabilitasyon İşe girişte ve her beş yılda bir, oryantasyon ve yenileme eğitimleri kapsamında “Mobbing” eğitimleri zorunlu olmalıdır. Mobbing mağdurları ve ailelerine rehabilitasyon desteği sağlanmalıdır. 3-Şikâyet Mekanizması İşveren ve çalışanlar için etkin, hızlı ve adil şikâyet mekanizması oluşturulmalıdır. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunca, işin uzmanı tarafından objektif, adil ve hızlı incelenmeli ve sonuçlandırmalıdır. 4-Ödüllendirme Mobbing şikâyeti gelmeyen ya da Mobbing ile mücadelede etkin önlemler alan, örnek olan kurumlara ve kurum yöneticilerine ödül verilerek, Mobbing’ siz Kurum Bayrağı verilmeli ya da “İyi Uygulama Örneği” ile ek teşvikler verilerek olayın önemi vurgulanmalıdır. 5-Yasal Düzenlemeler 4857 Sayılı İş Kanunu ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda caydırıcı düzenlemeler yapılmalıdır. Türk Ceza Kanunu kapsamına alınarak hapis cezası öngörülmelidir. MOBBİNG YASASI çıkarılmalıdır. 6-Sivil Toplum Kuruluşları (STK) Kamu (Düzenleyici ve Denetleyici), sorunun çözümüne yönelik “MEYAD” gibi “Bilimsel ve Teknik” sivil toplum kuruluşları ile etkin işbirliği yapılmalıdır. Hayat var oldukça sorunlar da günün şartlarına göre değişken olarak var olmaya devam edecektir. Sihirli cümle şudur; sorunun merkezi neresiyse çözümün de merkezi orasıdır. Yani sorun bizim ise kendi kültürümüze, inanç değerlerimize ve isteklerimize göre tartışma sonucu, vardığımız çözümümüzdür. İthal düzenlemeler ile çözüm olmadı, olmuyor, olmayacak!… İsmail AKGÜN Eğitimci-Yazar Mobbing Eğitim Yardım Araştırma Derneği Genel Başkanı

Scroll to Top