Hepimizin bildiği gibi Türkiye’de çalışanların işyerinde mobbinge karşı korunması 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 417. Maddesi ile hüküm altına alınmıştır. Aslında hiçbir mevzuata bakmadan Anayasamızdaki birçok maddede sayılan hallerin ihlal edilmemesi bile mobbing olgusunun hiç yaşanmamasını elbette sağlayabilirdi. Bu elbette tamamen farkındalıkla alakalıdır. Nitekim birkaç maddeye bile göz attığımız zaman bu duruma ışık tuttuğunu bariz görmekteyiz. Örneğin ‘’ Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir (AY. m. 12/I)
- Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz (AY. m. 17IIII bunlara örnek verilebilir.Ancak maalesef uygulamada bunun bilincinde olmak çok daha önemlidir.
Peki, bir şekilde mobbing denilen bu illetle karşılaştığımız zaman; tarafımıza yapılan bu haksızlığı davalarımızda nasıl ispatlarız. Mahkemeye hangi delilleri sunabiliriz.
Mobbingle karşılaştığımız zaman yargı yoluna başvurmadan önce; kendimizce küçük ama dava için büyük adımlar atabiliriz. Mesala Psikolojik olarak yıprandığımızda Psikiyatri bölümlerinde almış olduğumuz psikolojik desteği rapor, ilaç, reçete ve teşhisle ilgili dökümleri dosyamızda toplayarak başlangıç yapabiliriz. Çünkü mahkemede bütün bunlar somut delil anlamında bize faydalı sonuçlar çıkmasında ispat olacaktır.
Bunun dışında Psikolojik tacize uğradığımızı kanıtlamamıza yarayacak her türlü yazışma, not, mesaj, e-posta gibi bilgi ve belgeleri saklamalıyız. Hatta bu yazışmaları günü gününe tarafımıza yapılan her taciz sonrasında tarihlendirerek saklarsak sistematik olarak mobbing olgusu ispatı olabilmektedir.
Gelelim tanık noktasına; dava sürecinde şahitlik yapabilecek çalışma arkadaşlarımızı bize tanıklık yapması noktasında ikna etmek güzel olur. Ancak bu şart da değildir. Öyle ki;
Hukuk sistemimize göre tanıklık yapacak kişinin önceden rızası alınmasına gerek olmadığından böyle bir durumda yine de tanık listesine yazabilme imkânına elbette ki sahibiz. Mahkeme bu kişileri tanık olarak duruşmaya davet ettiğinde ve ‘Tanık Dinlenme’ duruşmada ayrı olarak dinlenildiğinden dolayı verecekleri cevaplarda hakimin ve avukatın soracağı önemli sorularla durum ortaya çıkacaktır. Acaba’’tanığım mahkemede yaşadığım mobbingi anlatabilir mi ‘’ diye tereddüt duymanız da bu manada bu gereksizdir. Çünkü hakim karşısında ve o mahkeme atmosferinde genelde insanlar doğruları söyleme eğilimindedirler. Bu konuda içimiz rahat olmalı.
Bu arada Yargıtay’a göre; ‘’Mobbing iddiasında bulunan işçinin mobbingin gerçekte gerçekleşmediğini ispatı işverene düşer.’’ Yani bu defa işçinin ileri sürdüğü delilleri işveren çürütmek zorundadır. İspat yükü bu defa işverene geçmiştir. Önemli bir husus da bu delillerimizin bize mobbing yapıldığını kuşku uyandıracak derecede olması yeterlidir. Kesin delil aranmaz.
Bu arada önemli bir konu da TCK’na göre kişiler arasındaki konuşmaların tarafların izni olmadan dinlenmesi ve kayda alınması suçtur. Ancak Yargıtay tarafından verilen son kararlarda mobbing durumlarında bu olay suç olmaktan çıkmış ve delil niteliği taşır hale gelmiştir. Ancak kişinin, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkânının olmadığı durumlarda ve kendisine uygulanan mobbingi ispat etmenin başka bir yolu mümkün değil ise bu yola başvurmak ve kayıt almak suç sayılmamıştır. Ve mahkemede delil olarak kullanılabilmektedir.
Aksi takdirde herkese açık aleni bir toplantıda bu kaydı yapmak kesinlikle suç teşkil eder.
Aslında hukukun temel görevi, toplum yaşamını düzenleyerek aynı zamanda güçsüzlerin ezilmesine engel olmaktır. Bu nedenle mutlu huzurlu saygın bir iş yaşamının tesisi, insanların hayatlarını devam ettirmek için yaşamlarının büyük kısmını içine alan çalışma zamanlarında, psikolojik olarak yıpranmaması, huzurlu bir yaşam sürdürebilmeleri ve yaşam kalitesi için vazgeçilmezdir.
İnsanların temel ihtiyaçları olan barınma, yeme içme gibi temel ihtiyaçların sorun olmaktan çıktığı günümüz modern toplumlarında bu temel ihtiyaçlara yaşam kalitesi ve iç huzuru da dahil olmak zorundadır. Bu nedenle iş yaşamına ve hayata bakış açımız değiştikçe, insanların iş ve çalışmadan olan tüm beklentileri de yeni şekiller alabilmektedir. Hukuk da ebetteki bu noktada tüm bu beklentileri düzenleyecek ve koruyacak düzenlemelerle hayata yetişmelidir…
Sadece hukuki düzenlemelerle değil; her şeyden önce birbirimize saygılı, hoşgörülü ve empati kurarak ve aynı zamanda üyesi olduğum MEYAD Derneği gibi güzel çalışmalara ve toplumsal bilinçlendirmelere önem veren örnek bir Dernekle el ele çalışarak da güzel işler başarabiliriz.Daha mutlu ve huzurlu çalışma ortamlarımıza sahip olmak dileğiyle……
Av. Filiz KIROĞLU
MEYAD ANTALYA ÜYESİ